içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

KAPLUMBAĞALAR KİTAP OKUMAZ
Değerli dostum Prof.Dr.Sedat Sever ısrarla “insan kavramlaştırarak düşünür” diyor ve ekliyor. “Kavramlama becerisi de sadece kitap okumakla gelişir.”
Şöyle bir düşünüyorum da; en tepeden en aşağıya doğru, en yetkiliden en yetkisize kadar, biz kavramlaştırma sorunu yaşıyoruz aslında.
Bu sorunu öylesine yaşıyoruz ki, döner bir sistemde çalışan merdivene “yürüyen merdiven” diyoruz. Yetmiyor slayt kumandasına, slayt atlatıcı yakıştırması yapıyoruz.
Biz kavramlama yapamıyoruz, lakap takmak gibi yakıştırma yapıyoruz.
Okumadığımız için nesneleri, durumları, olayları kavrama dönüştürürken, sadece göz sığlığında yakıştırmalar yapabiliyoruz.
Oysa kavramlama, derinliği olan içerikli bir tanımlamadır. Çoğu zaman tek bir kelimeden oluşur ama sonsuz bir genişliği anlamlı bir içeriği vardır.
“Deniz” gibidir kavramlama içinde binlerce bilgi ve çok sayıda başka kavramları taşır.
Binlerce nesneyi bir kelime ile ifade etmek aslında tam bir akıl işidir. Evrende bunu yapabilen tek canlı ise insandır.
Ama insanların büyük bir kısmı bu üstün özelliklerine sahip çıkmıyor ve okuyarak onu geliştirme yolunu seçmiyor.
Kitap okumadığımız için kavramlaştıramıyor ve düşünmeyi bilmiyoruz. Buna bağlı olarak da dinlenmeyi de bilmiyoruz.
Büyük bilim insanlarını, en iyi ve etkili konuşmacıları dahi dinleyemiyoruz.
Çünkü gözden bilgi almaya alışmayan beynimiz kulaktan da bilgi almayı bilmiyor.(1)
“Peki kitap okumayan nasıl öğreniyor?” Kulaktan duyma göze rastgele çarpan uyaranları alarak.
Aslında bu öğrenme değil tam anlamıyla bir “izlenim edinme”dir.
Doğadaki tavşan, kaplumbağa, kertenkele de gördüğü nesneler ve kulağına gelen çıtırtılarla deneyim sahibi oluyor.
Belki de bir kaplumbağaya sorsak her şeyi bildiğini söyleyecek ve anlatılanları dinleme zahmetine katlanmayıp “bunları zaten biliyorum” diyecektir.
Bir gerçek var ki o da; bizleri ilkel canlılardan ayıran temel özellik bilinçli öğrenme gayretimizin olması ve edindiğimiz bilgileri yapılandırma zihinsel gücüne sahip olmamızdır.
Bilinçli öğrenme gayretimiz, ödev ve sorumluluklarımızla sınırlı olduğu süre, bizler aslında gerçek öğrenmeye hiçbir zaman erişemeyeceğiz.
Daima okumalıyız. Çünkü düşünce üretme kapasitemiz sözcük dağarcığımız kadardır.
Ne kadar çok okursak o kadar çok sözcüğe sahip oluruz. Bu da düşünce kapasitemizi artırır, problem çözme becerimizi geliştirir.
Eğer okuyacak zamanımız yok ise, hiçbir zaman düşünecek zamanımız da yok demektir.
Eğer düşünecek zamanımız yok ise, bütün yaşamımız en küçük bir problemi dahi çözmek için yoğun uğraştan ibaret olur.
Çok okuma bizde “metaesnekliğe” yol açar. Metaesneklik; yenilikçi akla sahip olmaktır.
En hayranlık uyandıran canlılardan biri olan arılar çok çalışkan olmalarına rağmen, binlerce yıldır aynı petek ve aynı balı üretirler ve bu ürünlerini de hiçbir zaman geliştiremezler.
İnsanı kendi mükemmelliğinden çıkartıp, evrensel bir mükemmelliğe götüren de aslında okumaktan geçiyor. İnsan okudukça daha çok metaesnekliğe sahip oluyor ve dünü ile bugünü asla aynı olmuyor.
Başka bakış açılarına sahip olmak, kendi penceremizin dışından bakabilmek ve binlerce farklı dünyalara ulaşabilmek ancak çok okumakla gerçekleşebilecek bir şeydir.
Her gün okumalıyız. Çünkü Reşat Nuri Güntekin’in dediği gibi “Kafamızı kitap okumaya alıştırmak parmaklarımızı piyano çalışmaya alıştırmaktan daha zordur.”.
Hoşça kalınız.
Bu yazı 383 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI